Durdu Güneş

Durdu Güneş

Mail: durdugunes@hotmail.com

BİR YORUMUN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Bir dostum bir yazımın altına “Biliyorum sen siyaseti sevmiyorsun, Bende senin bu huyunu sevmiyorum. Siyasi yazılar yazsan, insanları aydınlatsan daha iyi olur” diye yorum yazmış.

Evet siyaseti sevmiyorum. Toplum olarak yozlaşmamızın temelinde, her şeyi siyasi olarak görmemizin yattığını düşünüyorum. Her şeye siyasi baktığınızda doğruya doğru, eğriye eğri diyemezsiniz. Ya yandaşsınız ya da muhalifsiniz. Siyasi gözlük, objektif bakışınızı bozar, bizdense doğru, karşıdansa yanlış anlayışı geliştirir. Bu tavır ise insanlığa dair doğru olan bütün değerler sistemini ters yüz eder.

Evet siyaseti sevmiyorum. Babamın bize öğütlediği ve miras bıraktığı “çalışkanlık ve dürüstlük” ilkesiyle davrandığım için buna ihtiyaç da duymuyorum. Hayatımda niteliklerimi çalışkanlık ve dürüstlük üzerinden geliştirmeye çalıştım. Siyasetten güç devşirmedim, Siyasetten beslenmedim. Siyasete bir diyet borcum, bir eyvallahım yok. Onun için her yanlış siyasetçi için sözümü lisanı münasiple her zeminde söyledim. Söylüyorum. Bürokrasi de bunun bedelini ödedim. Bedeli ödenmeyen hiçbir erdemim bir değerinin olmayacağını da biliyorum.

Ben, insanlar bir siyasi partiye muhalif olsunlar ya da yandaş olsunlar diye yazmıyorum. Ben, insanların düşünce dünyasında bir kıvılcım olabilir miyim diye yazıyorum. Bütün çabam insanlar aydınlansın, insanlık aydınlansın, şu dünyada hepimiz insanca yaşayabilelim diyedir. Bu arada dini bir önder değilim, vaaz vermiyorum. Siyasi bir kişilik değilim, siyasi propaganda yapmıyorum. Ben kendi halinde yaşayan bir insanım. Benden böyle beklentileri olanlar varsa beni takip etmesinler, yazılarımı okumasınlar. Benim onlara bir faydam olmaz. Benim yazılarıma, onların da zamanlarına yazık olur. Ben yazarken; aklı selim, sağduyulu, öğrenmeyi seven, empati kurabilen, muhakemesini, zekasını kullanabilen insanlar okusun diye yazıyorum.

Ben bakıyorum facebook kullanıcılarının %01 içerik üretiyor, kendine özgü bir yazı yazıyor. Üretilen içeriklerle %1-2 etkileşime geçiliyor. Yani beğeniliyor, yorum yapılıyor, paylaşılıyor. Gerisinde doğum, ölüm ve hastalık paylaşımları. Siyasi yandaşlık ve düşmanlık paylaşımları. Yiyecek, içecek, çiçek ve böcek paylaşımları. Bir de kendisinde bir değer görmeyip, başkasından güç ve prestij devşirmek için, önemli saydığı kişilerle çekilen fotoğrafları paylaşanlar var.

Bana da “fotoğraf paylaş daha çok beğeni alırsın” diyenler, “kısa yaz daha çok okunsun” diyenler, “siyasi yazılar yaz, alkışlayanların çok olsun” diye tavsiyelerde bulunanlar var. Teşekkür ediyorum. Buna ihtiyacım yok. En kötü ihtimal kimse okumazsa burada paylaşmam, o kadar.

Bir zamanlar “Memur Olduğumu Kimseye Söylemeyin” isimli bir kitap yazmıştım. Yayınevinin yayın müdürü beni aradı. “Kardeşim sen bu kitapta hep hükümete çatmışsın.” Dedi. Ben “Kime çatacaktım hükümete değil kasaba, bakkala, manava mı çatacaktım?” dedim. “Ama kardeşim olmaz ki bizde hükümetten iş alıyoruz. Bu bize zarar verir. Yazdıklarını biraz yumuşatman lazım” dedi. Neyse esprilerde daha sembolik ifadeler kullandım. Kitap basıldı. Bir memur sendikası kütüphaneleri için cüzi bir miktar (50 tane) bu kitaptan aldı. Sonra o sendikanın eğitim müdürüyle karşılaştım. Söz kitabımdan açıldı. Okudun mu diye sordum. Memnuniyetsiz bir şekilde “Okudum okudum dedi ama sen hep memurlara çatmışsın” dedi.

Bazen söyleyecek bir şey bulamıyorsunuz. “Kurbağa gökyüzünü kuyunun ağzı kadar sanır” Ona nasıl izah edersiniz kuyusunun dışındaki bir dünyayı.

İnsanların kafasında birtakım şablonlar var. Siz ne derseniz deyin söylediklerinizi hemen o şablonun içine yerleştiriyor. Eğer söylediğiniz şablona uyuyorsa tamam bu doğrudur bizdendir diyor. Eğer söylediğiniz onun şablonuna uymazsa reddediyor yanlıştır diye karşı çıkıyor. Acaba bu söylenen doğru mudur diye düşünmüyorlar.

1980 li yıllar, K. Maraş’ta görev yaparken mahalli bir gazetede köşe yazısı yazıyordum. Bir yazımda Amerika ve Rusya rekabetine yönelik iki kurt ve koyunlarla ilgili bir fıkra yazdım.

Öğle yemekleri için sürekli gittiğimiz bir lokanta vardı. Orada çalışan garsonlar gazetede yazdığımı bilirlerdi. Bazen yazdığımı okuyup düşüncelerini aktarırlardı. İki kurt ve koyunlar fıkrasını okuyan garsonun biri “Abi harika bir yazı yazmışsın çok beğendim.” dedi. Övgü dolu sözlere devam edince sordum “Neden yazıyı çok beğendin?” diye sordum. Heyecanla anlattı. “Abi o fıkrada K. Maraş Sporla Van Sporun durumunu o kadar güzel anlatmışsın ki” dedi fıkrayı o günün gündemi olan K. Maraş Sporla Van Spor maçına öyle uyarlayıp anlattı ki ben bile şaşırdım, kaldım. Oysa o fıkrayı yazma amacım bambaşka idi ve sporla ilgili bir dünyaya çok yabancıydım.

Kendimi bazen bir çiftçi gibi düşünüyorum. Bir avuç tohum atıyorum sonra sadece çıkan filizlere bakıyorum, çürüyenleri dikkate almıyorum. Ama atılan bir avuç tohumdan bir iki filiz çıkınca acaba bu çabaya değer mi diye sorguladığım oluyor. Zaman zaman yazma şevkim kırılıyor. Ama sonra en azından ben de üretmeyen, sürekli şikâyet eden, edilgin bir şekilde yaşayan insanlardan olmayayım diye yazmanın daha doğru tercih olduğunu düşünüyorum.

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar