Durdu Güneş

Durdu Güneş

Mail: durdugunes@hotmail.com

KAYBEDİLEN DEĞERLER -  EDEP YÂ HÛ  

Tasavvuf kültüründen dilimize geçen bir deyimdir, “Edep Yâ Hû”. Eskiden dergâhlarda “Edep Yâ Hû” levhası yer alırmış.
Dergâh ehli arasında “Ehli Irfan arasında aradım, kıldım talep/ Her hüner makbul imiş, illâ edep illâ edep” sözü önemli bir düstur imiş.
 
Kişiler, sadece insanlara değil, her canlıya hatta cansıza edeple yaklaşırlarmış. Hatta bunlarla ilgili sözlerde kullandıkları kelimelere dikkat ederlermiş. “Lambayı yak” demezler. “Lambayı uyandır” derlermiş. “Lambayı söndür” demezler, “Lambayı dinlendir” derlermiş.
 
"Edep Yâ Hû" sözü de haddi aşanlar için “Allah’ım bu kişiye edep ver” şeklinde bir duanın kısaltılmışı imiş.
 
Günümüzde “Edep Yâ Hû” sözü “Edep Yahuu!” şekline dönüşmüş ve “edepsizliğine şaşırıyorum” anlamında kullanılmaktadır.
 
 SELAMLAŞMAK
 
Bir gün, otobüs durağında beklerken yanımdan geçen yaşlı adam bana “selamünaleyküm” dedi. “Aleykümselâm” dedim. Selamla birlikte içimde bir unuttuğumuz bir sıcaklığı hissettim. Elbistan’da geçen çocukluk günlerimi düşündüm. İyi niyet ve nezaketin sembolü olan selamlaşma, hem dini bir ritüel hem sosyal bir davranış olarak yaygın bir alışkanlıktı. Özellikle büyükşehirlerde selamlaşmanın hayatımızdan yavaş yavaş çekildiğini bu güzel hasleti yitirerek yalnızlaştığımızı düşündüm.
 
Bizi ziyarete gelen kayınpeder dolmuşla Kızılay’a gidip dönmüş evde hayretle: “Ankara’nın insanı bir garip, dolmuşta herkes dilini yutmuş gibi hiç konuşmuyor. Bir huylarını sevdim ki, parayı verdiğinizde elden ele şoföre kadar ulaştırıyorlar” demişti. Büyükşehirde selamın ve kelamın olmadığı insanların kalabalığa dönüştüğü bir iletişim soğukluğunu hissetmiş olmalıydı.
 
Bir keresinde metroda giderken üç bayan Japon turist binmişti. Metro tenha idi, yanım ve karşı iki koltuk boştu. Üç bayan oturmadan önce tebessüm içinde bana “merhaba” dedi. Bir an için çok mutlu oldum. “merhaba” diyerek karşılık verdim. İneceğim durağa geldiğimde sessizce kalktım. Kapıya yöneldim. Üç bayan biraz doğrularak yine tebessüm içinde bana “iyi günler” dediler. “İyi günler” dedim, bu defa mahcup olmuştum. Farkında olmadan bazı güzel özelliklerimizi nasıl unuttuğumuzu hatırladım.
 
Selamlaşma, kelamın, iletişimin ve muhabbetin kapısıdır. Selam verme emniyet huzur ve selamet dilemedir, bir çeşit duadır. Selam aynı zamanda muhabbeti artıran bir davranıştır.
 
Nevzat Kösoğlu “Geçmiş Zaman Peşinde Yahut Vaizin Dedikleri” isimli kitabında benim otobüs durağında aldığım selama benzer bir yaşadığı olayı şöyle anlatmaktadır.
 
“Büyük kentler hayatı nesneleştirip şeyleştiriyor; çok kurallı, insanları içine kapatan soğuk bir ilişkiler ağına dönüştürüyor. Yıllar önceydi; gecenin bir saatinde Ankara Demetevler’de yürüyerek eve gidiyordum. Karşı kaldırıma yakın bir yerden “Selamünaleyküm” diyen bir ses duydum. Gecenin bir saatiydi. Baktım, aşağı doğru yürüyen tanımadığım biri bana selam vermişti. Birden o karanlık sokak nasıl ışıklandı; içim birden nasıl aydınlandı! O çamurlu yol pırıl pırıl olmuştu.
 
Büyük kentlerde yüz binlerce insan, hepimiz ayrı zenginlikler içinde nasıl böyle yoksul, bir selama muhtaç, bir tebessümle mutlu olabilecek açlıkta yaşadığımızı o zaman derinliğine fark ettim…”
 
 SEBİL
 
Ebubekir Kurban’ın “Baba Adı: Âdem, Ana Adı: Havva ” isimli söyleşilerden oluşan kitabını okumuş, Diyarbakır’dan Ankara’ya gelmiş olan çoban Şehmus’la söyleşisi çok dikkatimi çekmişti. Şehmus Ankara’yı çok garip buluyor, “Bir avuç su alıyorsun, bir avuç para veriyorsun. Burada su Allah’ın değil” diyerek parası olmayan insanın susuz kalacağı kaygısını dile getiriyordu.
 
Eskiden sokaklarda sıkça görülen ve sokaktan geçenlere parasız su dağıtmak için hayrat olarak yaptırılan küçük yapıya sebil denmektedir. Karşılık beklemeden hayır için dağıtılan içme suyuna da sebil denir. Cami bitişiğinde ve külliyelerde içinde yer aldığı gibi tek başına da sebiller bulunmaktadır.
 
Benim hatırladığım Ankara Sıhhiye Köprüsünün altında bir hayrat vardı. Ama şimdi yerinde yeller esiyor. Ama Anadolu şehirlerinde Konya, Bolu gibi hala bu sebil çeşmelerin olduğu bilgisini aldım.
 
Sebil çeşmeleri ve hayrat yapma bizim medeniyetimizde önemli bir kültür sembolüdür. Bir an düşündüm eskiden sokaklarda çeşmeler olurdu. Gelip geçenler oradan su içerlerdi. Bazen sırf insanlara hizmet olsun diye seyyar olarak su dağıtanlar olurdu. Örneğin Elbistan’da Gürünlü Hacı Mehmet isminde kişi elinde testisi ile “hayrat” diye bağırarak su dağıtırdı. Mehmet Ayaz bir şiirinde: “Hacı Memet dizlemeyi çekerdi/Hayat hayat diye nara atardı/Yazın sıcağında su dağıtırdı/Hayat dağıtanlar gitti Elbistan. Biz bilmedik deli sandık onları/Şimdi arıyoruz geçen günleri/Bulamayız gayri öyle canları/O canların geldi gitti Elbistan” diye o günleri anlatır.
 
Sebil kültürü karşılıksız iyilik yapma anlayışına dayanır. Zaten iyiliğin tanımında “karşılıksızlık” vardır. Aksi takdirde alış veriş ya da çıkar takası söz konusu olur. Yunus Emre: “Cennet Cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri/İsteyene ver sen anı, bana seni gerek seni” diye yaratana seslenirken, karşılıksız sevgiyi yani gerçek aşkı ve gerçek insan olmayı anlatır.
 
Günümüzde kapitalist anlayış egemendir. Karşılık olmaksızın iyilik yapmak, erdemli olmak saf (budala anlamında) olmakla eş anlamlı hale gelmiştir. Menfaat merkezli düşünerek, mal mülk sahibi olmak, makam sahibi olmak akıllılık olarak itibar görmektedir.
 
Şimdiki nesil “sebil”i elektrikle çalışıp sıcak ve soğuk su için kullanılan, ticari bir meta olan ev aleti olarak bilir.
 
Sebil kültürü, karşılık beklemeksizin iyi olan, su gibi aziz insanların kültürüdür. İnsan merkezli medeniyet için bu kültür değerlerimizi yeni anlayışla inşa etmemiz gerek.

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar