Durdu Güneş

Durdu Güneş

Mail: durdugunes@hotmail.com

PARA İNSANIN SAFİYETİNİ BOZAR MI?

Para bir değişim aracı olup yaşamak için paraya ihtiyacımız var. Para ihtiyacımızı karşılamanın yanında bize güç ve prestij de sağlar. İhtiyacımızı karşılaması çok doğaldır ve gereklidir. Ancak onun sağladığı güç ve prestije bağımlı olursak hem safiyetimiz kalmaz hem de acımasız oluruz, merhametimiz kalmaz.
Paranın safiyeti değiştirmesi konusunda, şu   tarihi bir kıssa ibret vericidir:
3. Babür İmparatoru Ekber Şah (1542-1605) zamanında yaşamış ünlü müzisyen Tansen’e (1493-1586) “Senin müzik alanında son zirve olduğunu düşünüyorum. Ancak seni yetiştiren bir ustan olmalı. Eğer hayattaysa onu saraya çağırmanı istiyorum.” Der.
Tansen,” Evet ustam hayattadır, adı Haridas’tır. Ancak o doğada bir rüzgâr gibi bir bulut gibi yaşar. O kendi yüreğine göre yaşar. Onu çağırarak müzik yaptıramazsınız. O içinden geldiği zaman söyler ve dans eder. Onu dinlemek için bulmak ve o anını beklemek gerekir”
Ekber Şah’la Tansen yola çıkarlar. Haridas’ı ararlar. Onu bir nehrin kenarında ağacın dibinde görürler. Ona görünmeden beklerler. Haridas bir an şarkı söyleyip dans etmeye başlar.
Ekber Şah çok duygulanır ve ağlamaya başlar. Şarkı bittiği halde ağlaması devam eder. Tansen’e sorar: “Ben senin zirve olduğunu düşünüyordum ama ustanı seninle mukayese etmek güç. Aradaki bu fark nereden geliyor?” diye sorar.
Tansen şöyle cevap verir: “Ben müziği; şöhret, para, güç ve prestij için yapıyorum. O ise yüreğinde hissettiği zaman söylüyor.”
Para tutkusu insanı yapaylaştırır. Paranın sıcak yüzü yüreğin sıcaklığını geriye iter. İnsanı manen çoraklaştırır. İnsanların paralı kişiye ilgi göstermesi aslında kişiye değil paraya ilgi göstermesidir. Paraya olan zafiyet insanlar arasındaki ilişkiyi sahte bir zemine çeker.
Bir zamanlar İdarecinin Sesi Dergisinde yazıyordum. Bir ara her sayıda temayüz bir kişisel gelişimciyle röportaj yapayım onları yayınlayım istedim.  Ulaşabildiğim kişilerle röportaj yaptım. Röportajlar yayımlandı. Ancak kamuoyunun çok itibar ettiği ünlü şanlı (isimlerini vermeyim) kişisel gelişimciler parasız hiçbir şekilde konuşmuyorlar ve yazmıyorlardı. Hem de o dönem için astronomik bir meblağ istediklerini o deneyimden geçen kişilerden öğrendim. Dolayısıyla onlarla röportaj yapamadım.
Bu durum beni düşündürdü. Bu kişiler kamuya açık alanda konuştukları zaman yardımseverliği, bilgi paylaşımını, sevgiyi, fedakarlığı, karşılıksız vermeyi öğütlüyor ve kutsuyorlardı. Ancak gerçek hayatlarında parasız bir kelam etmeye bile yanaşmıyorlardı. Bu kişilerin, şöhretin getirdiği avantajı çok yüksek meblağlara tahvil etmeye çalıştıklarını çeşitli vesilelerle öğrenmiştim. Bana göre artık söylediklerinin hiçbir kıymeti kalmamıştı. Çünkü söylediklerinde samimiyet yoktu. Saiklerinin, insanlığa manevi destek çıkmak değil şöhretlerini ve parayı çoğaltmak olduğunu düşünüyordum.
 Bir şirket tarafından, bir kuruma verilen eğitimde, eğitici olarak ders anlatmam sonucunda, ödeme yapılınca, bu durum beni düşünceye sevk etti. Çünkü bu zamana kadar faydalı olmak adına, içimden geldiği gibi konuşuyor ve yazıyorum. İlerleyen zamanlarda ve ödenecek paraların artması halinde ben de eleştirdiğim ve doğru bulmadığım kişilerin durumuna düşer miyim? İnsanın en büyük sınavı; şöhret, servet ve makamla olur. Karakterin sağlamlığı ve erdemin derinliği o zaman açığa çıkar. Bunun farkındayım.
Man Booker Ödüllü Kanadalı yazarın anekdotu da beni düşündürdü.
Yann Martel (1963-…), Pi'nin Yaşamı adlı romanıyla 2002 Man Booker Ödülü'nü kazanmıştır. Başbakanına 4 yıl boyunca her pazartesi kitap göndermiştir. Yazarın açıklaması ise şöyle: “Kimin ne okuduğu, kitap okuyup okumadığı kendi bileceği iş. Sıradan insanların ne yaptığı beni ilgilendirmiyor, insanlara nasıl yaşayacaklarını söylemek bana düşmez ama benim üzerimde söz hakkı olan insanlar söz konusu olunca durum farklı. Onların okumalarını istiyorum çünkü sınırlı, vasat hayalleri bir gün benim kabuslarıma dönüşebilir”
Yann Martel’in düşüncelerini haklı bulmakla birlikte sosyal çevremiz için farklı düşünüyorum. Hepimiz sosyal bir hayatın içindeyiz ve diğer insanlarla her zaman etkileşim ve iletişim halindeyiz. Dolayısıyla başkalarında olan bilgisizlik, sevgisizlik, tahammülsüzlük ve merhametsizlik bizi etkileneceği gibi bizde bulunacak bu özellikler de   başkalarını etkilenecektir. Sonuçta birbirine güvenmeyen, birbirinden zarar gören, birbirini huzursuz eden bir toplum olacaktır. Bu nedenle çevremize; bilgiyi, sevgiyi, hoşgörüyü ve merhameti yaymak zorundayız. Bu anlayışı herkes bir sosyal bir sorumluluk projesi gibi benimsemeli ve uygulamadır. Ben okurken, yazarken konuşurken bu duyguyu ve düşünceyi taşıyorum. 
Sözümü bir Kızılderili atasözüyle bitirmek istiyorum: “Her şey halkadır. Her birimiz kendi hareketlerimizden sorumluyuz. Hepsi döner dolaşır, bize geri gelir.”

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar