Durdu Güneş

Durdu Güneş

Mail: durdugunes@hotmail.com

SAFSATAYI SAF DIŞI EDİN-15

Gelecekle ilgili kaygılar besleyip sonra da bu kaygılarını gerçek bir olgu gibi söze dökmek sık görülen safsata türlerinden biridir.
Kaygı gelecekte gerçekleşmesini muhtemel gördüğümüz belirsiz tehlikelerden kaynaklanır. İki unsuru var. Birincisi henüz gerçekleşmemiş olmasıdır.  İkincisi gerçekleşecek şeyin belirsiz oluşudur. Eğer gerçekleşecek durum belirli olursa o zaman korkuya dönüşür.  Kaygı, belirsiz olma özelliğiyle insanı çok fazla yıpratan bir duygu halidir.

Peki, kaygı neden kaynaklanır? Birincisi yaşadığımız kötü deneyimlerin tekrarlanacağı düşüncesi, ikincisi ise öğrendiklerimizden kaynaklanan düşünme biçimimizdir.
Diyelim ki zor bir çocukluk dönemi geçirmiş kişi; her işinin zor olacağı, önüne hep engel çıkacağı, işlerinin ters gideceği düşüncesini gelecek zaman dilimine yansıtır. Geçmişin gölgesini geleceğine taşır. Diğer taraftan kişi düşünme biçimi olarak kötü bir şablonla düşünüyorsa örneğin Murphy yasalarına inanmışsa yine her şeyden kaygı duyabilir. Murphy Yasalarına göre “Eğer bir işi halletmek için birden fazla olasılık varsa ve bu olasılıklardan biri istenmeyen sonuçlar veya felaket doğuracaksa; kesinlikle bu olasılık gerçekleşecektir." Diğer bir deyişle “Ters gidebilecek her şey, ters gidecektir” Böyle düşünen kişinin başına kötü ihtimalin gelmesi kuvvetle muhtemeldir. Böyle düşündükten sonra oluşan olaylara, “aklıma gelen başıma geldi.” “Korktuğum başıma geldi” gibi sözler ederiz. Aslında olayı doğuran neden büyük ölçüde düşünme biçimimizdir. Buna psikolojide kendini gerçekleştiren kehanet de denmektedir.

Bilmemiz gerek şey kaygılar zihnimizin kendisi değildir. Zihnimize gerek yaşayışımızdan gerekse öğrendiklerimizden yansıttığımız gölgelerdir. Bu gölgeleri kaygıyla besleriz. Bir İsveç atasözünde “Kaygı küçük şeyin gölgesini kocaman yapar.” Der. Eğer sistemin farkına varabilirsek, dışarıdan gelen o gölgeleri zihnimize kabul ettiğimiz gibi zihnimizden çıkarmaya da karar verebiliriz. 

Öncelikle kaygıyı besleyen verileri, bilgileri alıp almama konusunda doğru bir tercih yapmamız gerek. Diyelim ki elimizde bir radyomuz var.  Diğer yandan da yirmi dört saat her türlü yayın yapan radyo istasyonları var. Biz radyomuzu hangi radyo istasyonunun frekansına ayarlarsak o yayını dinleriz, diğerlerini dinlemeyiz. Eğer neşeli bir türkü dinleyeceksek, frekansımızı ona göre ayarlarız. Veya acılı bir arabesk dinleyeceksek ona göre. Acılı arabesk dinlediğimizde neşeli olmayı, neşeli türküyü dinlediğimizde acılı olmayı bertaraf ederiz. Bizim zihnimizde bir radyo gibidir, dünyadan gelen verileri, bilgileri alırken frekansımızı neye göre ayarlıyorsak onları alıyoruz.  Eğer sürekli kötü haberlere, kaygılı programlara ayarlamışsak içimiz hep kararacak ve geleceği karanlık ve belirsiz göreceğiz.

Kaygının karşıtı özgüvendir. Eğer özgüveniniz varsa, zaman ve şartlar ne olursa olsun kendinizi yönetmeyi biliyorsanız, kaygının üstesinden gelirsiniz. Bu nedenle kaygıyı bertaraf etmek için özgüveni geliştirmemiz gerekir. Özgüven hayatın akıcılığı içinde doğru karar alma ve bu kararların sorumluluğunu taşıma becerisidir. Karar almanın sorumluluğunu taşıyamayan kişiler başlarına gelen olaylardan sürekli dış etkenleri sorumlu tutara, kurban rolü oynamayı tercih ederler. Bu durum kolaylarına gider ama inisiyatif kendilerinde olmadığı için sürekli gelecekle ilgili kaygı duyarlar.

Şunu bilmeliyiz ki hayatın akışı belirginlikle belirsizlik arasında ilerliyor, Belirlilik bize alışılmışın konforunu sunarken; hayatı monotonlaştırıyor ve gelişmeyi durduruyor.  Belirsizlik ise    özgüvenimiz olduğunda bize hayatın heyecan ve serüvenini yaşatıyor, bizim gelişmemizi sağlıyor. Özgüvenimiz yoksa belirsizlik bizde kaygı ve umutsuzluğa yol açıyor.

Bu safsata türünün psikolojik arka planını anlatayım derken yazıyı uzadı. Okunurluk düşecek. Galiba bismillahı fazla uzattık fatihaya zaman kalmadı. Başka bir yazıda örneklerle bu konuyu tekrar ele alabilirim.

(Devam edecek)

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar