Mahmut Övür

Mahmut Övür

Mail: hygjh@hotmail.com

Yalanla ne amaçlandı?

Küçük kıyametin 9'uncu günündeyiz. Dünyada eşi benzeri olmayan bir dehşet yaşadık. Deprem ülkesiydik ama bu kadarını kimse tahmin etmedi, edemezdi de. Kayıplarımız büyük ama umudumuz da bir o kadar büyük.
Bir yanda enkaz altından çıkan mucize hayatlar var, bir yanda o hayatlar için koşan ve müthiş bir yardımlaşma örneği veren millet. Devlet, yerel yönetimler, sivil toplum ve siyasi partiler var. Dahası hâlâ insanlığın ölmediğine şahit olduğumuz, yardım ve kurtarma ekipleri göndermek için çırpınan bir dünya var.
Savaşa ve onca kötülüğe rağmen hâlâ yaşanabilir bir dünya varsa bu yüzdendir
Ne yazık ki umut veren bu fotoğrafa rağmen asıl sorunumuz siyasilerin deyimiyle iç cephemizde... İçimizde daha depremin ilk anından itibaren umutsuzluk yayan, yalan haber yapan, kışkırtan, felaket üzerinden siyaset yapanlar var.
Sayıları da az değil, sonunda İçişleri Bakanı Süleyman Soylu isyan etti:
"Yaşadığımız tek güvenlik sorunu yağmacılık değil, yalancılıktır. Allah hepimizi bundan muhafaza etsin."
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ise şöyle diyordu:
"O kadar çok yalan var ki hangisini yalanlayacağımızı şaşırdık."
Gerçekten de deprem sabahından itibaren yaşanan dehşeti, özel sağlık sorunlarım nedeniyle uzaktan izleyen biri olarak o yalanlar karşısında dehşete düştüm.
O kadar çok yalan söylendi ki, İletişim Başkanlığı bünyesinde İdris Kardaş başkanlığında kurulan Dezenformasyon Birimi, yalanları yalanlamak dışında başka bir iş yapamaz oldu. Üstelik bunlar sıradan yalanlar da değildi.
Her yalan toplumun sinir uçlarını harekete geçirenkendi dışındaki toplumsal kesimi düşmanlaştıran tehlikeli yalandı.
Aslında bu bir siyaset tarzıydı... Daha ilk günden "İktidar enkaz altında kaldı" diye sevinen bir siyaset tarzıydı. Yurtdışına kaçan darbecilerden içerideki "muhalif" siyasetçiye, gazeteciye kadar hepsi aynı kirli operasyonu yürüttü. Tek amaçları da infial ve kaos yaratarak "iç savaş" zemini oluşturmak. Bu yüzden "yalan" deyip geçmemek gerekiyor.
Şu söylenenlere bakın:
Ümit Özdağ: "Suriyeliler Fenerbahçe TIR'ını yağmaladı. Suriyeli bir kişi, itfaiye personelinin telefonunu çaldı."
Ali Babacan: "Kimliği tespit edilemeyen cenazeler resmi verilere dahil edilmiyor."
Fatih Altaylı: "Savcılar mesai bitti diye işlem yapmadığı için cenazeler toprağa verilmiyor."
Eski CHP'li yeni TİP'li milletvekili Sera Kadıgil: "Deprem bölgesinde bir tane Kızılay çadırı gören var mı? Çorba dağıtan Kızılay var mı? Niye? Başkanı ilahiyat mezunu..."
Oysa Kızılay Başkanı Dr. Kerem Kınık tıp mezunu. Kadıgil'in derdi de ilahiyat üzerinden toplumu kışkırtmak. Aynı kışkırtıcı dili hem de yardım toplayan Youtuber Oğuzhan Uğur"Hatay'da baraj yıkıldı" tweet'iyle yaptı. Sonradan tweet'i kaldırdı ama iş işten geçti.
Kültür Bakanlığı yapmış, "solcu" CHP Parti Meclisi üyesi Fikri Sağlar'ın yalanı ise daha kışkırtıcıydı:
"AKP, Suriye'den yüz binlerce yeni sığınmacıyı Türkiye'ye getiriyor."
Bu kışkırtmaya İdris Kardaş dayanamadı ki sert cevap verdi
"Açıkça provokasyon yapıyorsunuz. Tamamen yalan söylüyorsunuz. Bırakın yüz binlerce Suriyeliyi, yeni tek bir kişi dahi gelmedi."
Bu kadar rahat yalan söylenmesi sıradan insanları da motive etti ve yalanların ardı arkası kesilmedi. Doğrusu bu yalanların altında iktidara muhalif olanların imzasının olması da hiç şaşırtmadı.
Peki, bu kesim buna neden ihtiyaç duyuyor?
Şu çok net: Kendilerine muhalif diyen kesim ciddi bir siyasi çaresizlik içinde. Siyaset üretemedikleri için felaketlerden bile medet umacak durumdalar. O ruh halini en iyi yansıtan "kontrollü deprem" demeye hazırlanan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun siyasi savrulması... Bunu da bir başka yazıda ele alalım.

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar