Durdu Güneş

Durdu Güneş

Mail: durdugunes@hotmail.com

YAZMAK YA DA YAZMAMAK İŞTE BÜTÜN MESELE BU!

William Shakespare’nin meşhur “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu!” sözü bana “Yazmak ya da yazmamak, işte bütün mesele bu” sözünü çağrıştırdı. Çünkü yazmak da bir çeşit var olma ya da var olduğunu hissetme biçimidir. “Söz uçar, yazı kalır” sözü de yazarak varoluşu ve kalıcılığı ifade eder.

Yazmak içimizde ve dışımızda oluşan kaosu bir düzene koymaya çalışmaktır. Bu görüldüğü kadar kolay değildir. İç ve dış dünyanın etkileşimi, düzensizliği, anlamlandırılması ve sonrasında oluşan kavramların bir düzen içinde yazıya dökülmesi düşünsel ve duygusal bir sancıdan geçmek demektir. Sürekli bilinmezler içinde yol almaya çalışmaktır. Düzensizlikten düzene, düzenden düzensizliğe yolculuk yapmaktır. Vardığınız her noktada aldığınız yolu yetersiz görüp yola devam etmektir. 

Kalıcı yazılar bırakabilmek için hayata, dünyaya, olaylara, olgulara filozofik bir bakış açısıyla bakmak gerekir. Filozofik bakış açısı ezberlenmiş bir bakış açısı yerine öznel bir bakış açısını gerektirir. Bu ise tüm bildiklerimizin dışına çıkabilmek her şeyi yeniden keşfetmek demektir. Ludwing Wittgenstein, “Felsefe yaptığınızda kadim kaosa inmeniz ve kendinizi evinizde hissetmeniz gerekir” der. Ancak o zaman yeni kavramlar üretebiliriz ve yeni sözler söyleyebiliriz.

Kadim kaosa inmek derken geçmişten günümüze var olan düşünsel ürünleri yok saymak anlaşılmamalıdır.  Hem içimiz hem dışımız sürekli düzensizlik ve düzen arasında bir sarkaç gibi gidip gelmektedir. Düzen olduğunda bilinirlik, kesinlik ve bilgi oluşmuştur. Aynı şeyleri tekrarlayarak yeni bir şey yapmış olmazsınız. Bunun için hem içiniz hem de dışınızda bir düzensizlik oluştuğunda, buradan yeni durumların yeni düzenlerin oluşması için sınırsız seçeneklere kavuşuruz.  Kanaatimce Umberto Eco “Mutlu insanın hikayesi olmaz” derken bir düzene kavuşamamış, eksik kalmış, düzensiz bir hayatın içinden hikâye çıkacağını da söylemiş oluyor. 

Bazı yazılar asırlarca devam ederken bazıları neden ömürleri kısa oluyor. Burada bir Hint hikayesi üzerinden konuyu anlatmak istiyorum.

Antik Hindistan’da Vikrama adında bir kral var. Sarayda iki önemli şair bulunuyor. Bunlardan birinin adı Kalidasa’dır. Kral daha çok Kalidasa’yı seviyor ve ona itibar ediyor. Sarayda bulunanların bir kısmı  ise şairlerin ikisinin de büyük ve önemli olduğunu aralarında bir fark bulunmadığını belirtiyor. Bunun üzerine kral, kanaatinin haklılığını ispatlamak için sarayın bahçesine çıkıyor, şairlerle ilgili düşünceleri olan kişilerle, iki şairi çağırıyor. Şairlerden birine kurumuş bir ağacı gösterip bununla ilgili bir dize söylemesini istiyor. Şair ağaca bakıyor, “Ölü bir ağaç var önümde” diyor. Kral daha çok beğendiği şair Kalidasa’ya da ağaç hakkında bir dize söylemesini istiyor. Kalidasa “Özsuyu çekilmiş muhteşem bir ağaç, önümde ışıldıyor” diyor.

Kalidasa kendi iç dünyasından ağaca bir anlam yüklerken diğer şair sadece herkesçe bilinen görülen bir durumu yansıtmış oluyor. Bu nedenle bilinen şeyleri tekrar eden kalıcı olamıyor.  Öznel ve felsefi bir bakış açısı olmaksızın olaylardan, olgudan, hayattan bir sanat doğmuyor. İşte bu anlayıştan olacak ki Bacon, “Sanat, tabiata eklenmiş insandır” der. 

Velhasıl insan yazarak, bu dünyaya bir ses bırakıyor. Bununla var olduğunu hissetmek istiyor.

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar