İlber Ortaylı

İlber Ortaylı

Mail: hfhfhf@hotmail.com

Yeni çizilen sınırlar

23 Mayıs 1949 tarihinde ABD, Britanya ve Fransa işgalindeki Alman topraklarında yeni bir cumhuriyet ilan edildi. Oder-Neisse denilen hattın içinde kalan topraklar Sovyet işgalindeydi. Sovyet işgal bölgesinin ortasındaki Berlin ise dört işgal kuvvetinin elindeydi.

Bunlardan ünlü Potsdam Kapısı’nın gerisindeki “Unter der Linden” denen bulvar ve bir tesadüf eseri sınırda Mustafa Kemal Paşa’nın 1917 yılında Veliaht-ı Saltanat Şehzade Vahideddin ile kaldığı Adlon Oteli’nin sınır olduğu bölge dışarıda bırakıldı. Müttefikler, yani NATO’yu teşkil edenler yeni Almanya’nın başbakanını da seçmişlerdi. Konrad Adenauer 1930’ların başında başarılı Köln belediye reisiydi, muhafazakârdı ve asıl önemlisi anti-Nazi’ydi. Nürnberg Duruşmaları’nda beraat eden fakat Adenauer’un iktisadi ve mali bakımdan vazgeçemeyeceği bir karakter olan Doktor Hjalmar Schacht bu kabinenin âdeta gizli iktisat bakanıydı. Reichsbank’ın müdürü olan Schacht bir Nazi’den çok bazılarının tabiriyle gaddar muhafazakâr biriydi; ancak işten anlayan iki ihtiyarın “Währungsreform” denen paranın yeniden tesbiti ve eski birikimlerin sıfırlanması gibi acı tedbirlerle yeni Almanya’yı kurmaları tesadüf değildir.

Yeni çizilen sınırlar
 

15 YIL BOYUNCA İKTİDAR

1963’te âdeta ihtiyarladın diye bir tarafa itilen, kendisi hakkındaki neşriyatı polisiye tedbirlerle önlemek için Der Spiegel matbaasını basan Konrad Adenauer’un CDU-CSU Hristiyan Demokrat İttifakı (CSU-Hristiyan Sosyal Birliği olup Bavyera’daki partinin uzantısıdır) 15 yıl boyunca iktidarda, hatta süper iktidardaydı. Hiç şüphesiz ki tahrip olan sanayiye rağmen teknik adam kuvvetleri ellerindeydi. Dünya Savaşı boyunca kimlerin cephede, kimlerin cephe geresinde kalacağı çok iyi planlanmıştı. Marshall Yardımı, Almanya’yı galip müttefiklerden bile daha önce büyük bir iktidarla ayağa kaldırdı. Batı Almanya, Federal Almanya BRD olarak teşkil edildiği anda Stalin de doğuda Demokratik Almanya’yı kurdurmuştur. En mühim olay da eski komünistlerle sosyalistleri aynı parti içinde birleştirmiştir; adı, Almanya Sosyalist Birliği’ydi. Eski subaylarla Federal ordu, eski istihbarat kadrosu ile istihbarat teşkilatı kuruldu.

DEMOKRASİ VE EKONOMİ

Hiç şüphesiz ki Doğu Almanya iktisadi bakımdan ve sınai gelişmesi itibariyle batı bölgeleri kadar şanslı değildi. Bununla birlikte COMECON (Doğu Bloku Ortak Pazarı) ülkeleri içinde en düzenli üretime sahip, birtakım sorunların en biçimli şekilde tekâmül ettiği, hatta bilimsel müesseslerin bütün Doğu Avrupa blokunda üst eğitim için tercih edildiği yer olmuştur. Federal Almanya’yı resmi tebliğler köklü bir demokrasinin ve güçlü ekonominin ülkesi olarak gösterirler. İkincisi doğrudur, birincisine soru işareti koyalım. Bernard Lewis’in Viyana’daki Demokrasi Forumu’nda müstehzi bir şekildeki ifadesiyle “demokrasi İngilizce konuşan ülkelerin rejimidir.”

Ne imparatorluk döneminde, ne Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra talihsiz ve kısa süren Weimar Cumhuriyeti döneminde ne de ona hemen hemen eşit bir devre kadar hâkim olan ama etkileri ve yoğunluğuyla Avrupa’nın yarısını köleliğe ve tahribata götüren Nazi Almanyası’nın alt üst ettiği bir yerde köklü demokrasiden bahsetmek mümkün değildir. Bunu bir gayret olarak nitelemek daha doğru olur. Özellikle son 40 yıldaki reformlarıyla Federal Almanya’nın bazı yönlerini geliştirdiği açıktır ama Doğu’yla Batı’nın birleşimindeki bazı problemler ile siyasi tutum ülkenin içinde daha çok göçmenlerden oluşan etnik grupların şikâyetleri sorunların pek de köktenci bir şekilde halledilmediğini gösteriyor.

PROBLEMLİ BİR DÜNYA

Özellikle dış politikada Federal Almanya Avrupacı etiketi altında birliği belirli bir yöne çekmektedir. Dolayısıyla genişleyen Avrupa Birliği coğrafyasının yakın gelecekte sadece Brexit’le değil başka türlü sarsıntılarla karşılaşacağı anlaşılıyor. Ön planda İskandinav ülkeleri zaten bu birliğe hiç girmeyen Norveç ve birçok yönüyle ihtiyatlı bir paylaşım güden İsveç ile Danimarka da ayrı bir sorundur. Birliğe alınmak istenen Çek Cumhuriyeti birçok konularda en başta para birliğinde kendini dışarı çekmiştir. Yeni Rusya ile Almanya arasındaki ilişkiler de yeniden problemli bir dünyanın içine girildiğini gösteriyor.

Tarihi sorun burada başlıyor. Stalingrad Savaşı’nın sonunda Alman orduları Mareşal Paulus’un komutasında feci bir mağlubiyete uğradılar. Bütün Volga boyunu tahrip etmişlerdi ama kendi ordularının da büyük kısmı esir alındı ve geri çekilmeye başladılar (2 Şubat 1943). Müttefiklerin Sovyet Rusya’ya yardımında gözle görülür bir büyüme başladı. Bu konu geçmiş tarih yazımında pek ele alınmazdı. Sadece Doğu Avrupa devletlerinde değil Batı’da da öyleydi. Mesela genç tarihçilerden Sean McMeekin’in Türkçeye yeni çevrilen Stalin’s War (Stalin’in Savaşı) adlı kitabında yıkılan efsanelerden biri budur.

‘TEHLİKELİ ENDÜSTRİ TOPLUMU’

Sovyetler Birliği harbe hazırlıksızdı; Stalin Nazi Almanyası ile ittifakı gönülden karşıladı; hatta bu amaçla Batı dünyasına Hitler’in darbe vurmasını âdeta seyretmek istedi. Durum pek öyle gelişmedi ama Stalingrad (yeni adı Volgograd) Savaşı, Leningrad (St. Petersburg) ve Moskova’nın direnişi, savaşı değiştirmeye başladı. Yardım için İran’ın işgaline girişen müttefikler Tahran’da 28 Kasım 1943’te bir araya geldiler. Savaşın gidişi, ittifakın temel konuları üzerindeki sorunlardan çok, Almanya için nasıl bir statü hedeflendiği burada ortaya kondu. Roosevelt, Almanya’nın iki kere savaş çıkaran tehlikeli bir endüstri toplumu ve ülkesi olduğu tasvirinde ısrarlıydı. Bunun için Almanya’da federalizmi ama asıl önemlisi sanayinin tamamen ortadan kaldırılacağı, zirai bir yapının yerleştirilmesini talep ediyordu. Çok ilginç bir şekilde Stalin Almanya’nın parçalanmasına ve sanayici niteliğinin ortadan kaldırılmasına karşı çıktı. Federal Almanya’nın 1949’da kuruluşuna kadar da DDR (Demokrat Alman Cumhuriyeti) diye bir devletin kurulması pek söz konusu değildi. Mevcut işgal düzeni bir idari yapıya ve şüphesiz ki iktisadi düzenlemeye konu olacaktı ama bunun ayrıca hızlandırılması, Federal Almanya’nın kurulmasından sonra söz konusu olmuştur.

BÖLÜNMENİN KONFERANSI

Yalta Konferansı (4 Şubat-11 Şubat 1945), biten harpten sonraki Avrupa’nın işgal düzeninin tartışılmasıdır. Türkiye’nin savaşa girmemesinin ne kadar isabetli bir karar ve gayret olduğu burada bir kere daha ortaya çıktı. Çünkü Yunanistan hariç Balkan ülkelerinin ve şayet harbe girseydi Türkiye’nin öbürleriyle birlikte Sovyet nüfuz sahasına terk edileceği açıkça görülüyor. Türkiye savaşa girseydi nasıl olurdu, neticeler ne olabilirdi? Gelecek yazılarımda bunları tartışacağım.

Potsdam’da ise müttefik kuvvetleri; yine Stalin fakat seçimler dolayısıyla Churchill’in yerine gelen Britanyalı siyasetçi Clement Attlee ve vefat eden Roosevelt’in yerine gelen Truman temsil ettiler. Bu Federal Almanya’yı hazırlayan coğrafi bölünmenin de temsil edildiği bir konferanstır.

ALMANYA’NIN SORUNLARI VAR

Bütün Avrupa’da sosyal refah devleti denen olgunun ilk görüldüğü yer Federal Almanya oldu. Hatta Avusturya dahi bir müddet sonra müttefikler arasındaki Sovyetlerin de dahil olmasıyla teşkil edilen yeni anayasa düzeni ile (1955 Ekim) bağımsız bir ülke olarak ortaya çıkınca iktisadi bakımdan Almanya’ya günden güne kaydı. Bu olgu Hitler’in bile işgale kadar tam anlamıyla beceremediği bir süreçti. 1955’te hem Britanya toplumu, hem Fransa, hem de İtalya gelişme belirtilerine rağmen Almanya’nın çok gerisindeydiler. 1960’ların başında bile bu açık fark devam etti.

Almanya’nın sorunları var. Üniversitelerden şikâyet ediyorlar, nüfusun yapısındaki uyumsuzluktan endişe duyuyorlar, lider ülkenin liderliği kıtayı toparlamayı başaracak mı, yoksa tarihi rolü bu çizginin dışına mı kayacak?

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar