Metin Çınar

Metin Çınar

Mail: cinarmetin06@hotmail.com

NEDEN YENİ BİR PARTİ?

Seçimler seçmende bir heyecan, bir ümit ışığı yaratmalıdır. 14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimlerinin hiç de böyle olmamıştır. Ya seçmende bir isabetsizlik vardı, ya seçilen parti yanıltıcı hedef gösterdi ya da iktidara aday partilerin programları teveccüh görmedi. Bu nedenleri toptan olarak da kabul edebiliriz. Önemli olanın iktidara oy vermişlerin bile çok kısa sürede pişmanlık ifadelerini her yerde haykırmalarıdır. İlk defa bir maç bittikten sonra tüm takımlara kırmızı kart gösterilmiş bir siyasi ortamın varlığıdır. Demokrasilerde her zaman bir çıkış yolu vardır ve de olmuştur. Mayıs seçimlerinin isabetsizliği ve yarattığı ümitsizlik, kendini sorumlu hissedenler arasında bir kıpırdanmaya vesile olmuştur.

ÜMİTSİZ OLMAYIN, ÜMİT SİZ OLUN

Ankara’nın farklı kesim ve sosyal ortamlarında parti kurma çalışmaları başlatılmış ve de son günlerde bun çalışmalara hız verilmiştir. Parti kurmak için sahaya inmiş grupların hepsi önemli. İçlerinde siyasetçiler, akademisyenler, stk yöneticileri, işadamları, emekliler, çalışanlar hemen hemen her kesimden kendini sorumlu gören insanlar var. 21 yıllık Ak Parti iktidarının ekonomiyi getirdiği bu kötü tablo ve insanların birincil ihtiyaçları karşılamada çektikleri güçlükler bu oluşumlara karşı ilgiyi artırmıştır. Gördüğüm kadarıyla tabloda; içlerinde iktidar partisinde bakanlık, milletvekilliği, parti yöneticiliği gibi önemli görevler yapmış, parti kurucusu olmuş kişiler de mevcut. Bu gibi oluşumların varlığı da gösteriyor ki, mevcut siyasetten ümit kesilmiş, yeni parti kurulmaları ihtiyaç haline gelmiş. Bu yolda çalışan tüm “durumdan görev çıkaranlara” başarılar diliyorum.

GERÇEK BİR SİYASİ PARTİ NASIL OLMALI?

Siyasi partiler, siyasi makamlar için yarışmaları organize eden kolektif örgütlerdir.  Anson D. Morse'a göre siyasi parti, "temsil ettiği belirli grup veya grupların çıkarlarının ilerletilmesi ve ideallerinin gerçekleştirilmesi" için birleşen ortak prensiplere dayalı dayanıklı bir örgütlenmedir.

Atilla ilhan’a göre ise parti tamamen (eskilerin iktisadi siyasi dedikleri) ekonomik-politiklikle ilgili bir meseledir. Yani hem politikayla ilgili sosyal, hem ekonomiyle ilgili iktisadi bir meseledir.

Partilerin ne işe yaradığını öğrenmek için Fransız İhtilali’nin gerçek nedenlerini iyi anlamak gerekiyor. Fransa’da bizde olmayan bir derebeylik sistemi vardı. Toprak sahibi olan soylular aynı zamanda köylülerin de sahipleri gibiydi. Hukuk sistemi de bunlara (toprak) göre oluşturulmuştu. Bu hukuk sistemi sürüp giderken keşifler nedeniyle liman şehirlerinde bir zengin sınıf türemişti. Bu sınıf Fransa’ya yavaş yavaş paranın (sermayenin) gücünü getirmiş, sermayenin gücü yanında toprağın gücünü de ikinci plana düşürmüştü. Fakat bunlar paranın gücüne sahip oldukları halde memlekette istediklerini yapamıyorlardı. Sebebi de krallık sisteminde doğrudan doğruya toprağa dayalı bir hukukun geçerliliğiydi. Bunun neticesinde derebeyler, kilise ve kral bir olup öbürlerinin üzerinde bir baskı kuruyor, bunların başkaldırıya geçeceklerini hissediyorlardı. İşte Fransız İhtilali’nin ana sebebi de tam da budur. İhtilali yapanlar, zenginleşen sınıf ve bunlarla işbirliği yapan işçi ve köylülerdi. Hep birlikte kral, kilise ve derebeylere karşı harekete geçip krallık sistemini devirip, yerine cumhuriyeti (yönetime kendilerinin geldiği)  ihdas etmişlerdi. İktidarı kraldan alıp kendisine (halk) taşıdığı sistemi uygulamak için halk meclisini kurdular. Bizdeki karşılığı Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Bu meclis kurulduktan sonra seçime gidilip, halkın iradesi bu meclise seçimle taşınacaktı. Halk, seçim yapabileceği temsilcileri seçebilmek için partiler kuruluyordu.

Bu partilerin her biri o sosyal sınıfların çıkarlarını temsil ediyor. Yani partiler ekonomi düzleminde oluşuyor. Sağcılık solculukta buna göredir. Sağcı partiler soyluların, kilisenin çıkarlarını savunan, solcu partiler de işçinin, köylünün, arazi sahibi olmayanların, az gelire sahip şehirlilerin çıkarlarını savunan partileridir. Parti, ekonomik-politik düzeyde götürülen bir iştir.

PARTİLER DİNSEL DEĞİL, EKONOMİK BİR MESELEDİR

Bizde partiler böyle değil. Esasında bizde çok partililikte yok. Her dönemde ana unsur iki parti vardır. Biri geleneksel kültürü, diğeri de Avrupai kültürü savunuyor. Bizim partilerimiz ekonomi düzeyinde çalışmıyor, ona göre tanzim olmuş değiller. Tam tersine bizdekiler kültür düzeyinde çalışıyor ve savundukları da farklı. Bu da tam bir demokrasiyle uyumlu değil. 1946 yılında sınıf esasına göre parti kurulmasına izin verilmesiyle demokrasiyle uyumlu olmadığını ancak anlayabiliyoruz.  Ve bu tarihte Türkiye’de iktisadi-sosyal sınıfların varlığı kabul görüyor ve birçok bunlara uygun partiler kuruluyor. Kurulduktan altı ay sonra da hepsi kapatılıp, yöneticileri hapse atılıyor. Neticede yine kültür particiliğine dönülüyor. 

Bizim partilerinde yönetimleri bir tuhaf. Batıdaki partilere baktığımızda, yönetimleri kendi içlerinde son derece demokratik ve kendilerine göre değişik usuller geliştirmişler. Liderler bir yere kadar gelir ve yerini başkasına bırakır kenara çekilir veya seçimi kaybeder istifa eder ve parti yönetimini bırakır. Adamların bir siyasi ahlakı var. Bizde hiç de öyle değil. Bir partinin başına gelen bir daha gitmiyor.

Bu sonuçlardan hareketle anlıyoruz ki, partililiği ve parti oluşturmayı batıdan değil, komitacılığı meslek edinmiş (ittihatçılık) Ruslardan almışız. Ruslarda particilik anlayışı çok farklıdır. Kısaca komitacılık üzerine oluşturulmuş bir anlayıştır. Yani legal değil, gizlidir, terörizmle iç içedir. Ruslarda particilik evvela demokratik olarak ortaya çıkmış, istediklerini kabul ettiremediklerini görünce işi terörizme dökmüşler. Gerçekte seçim vardır ama seçim sonucu ne olursa olsun, onlar iktidar olurlar. Bizde kurulan İttihat Partisi batı normlarında bir parti değil, Rus formatında bir komitacı olarak kabul görmüştür.

PARTİLER HALKIN ÇIKARLARINI SAVUNMALIDIR

Mustafa Kemal ilk defa Türkiye’de Halk Fırkasını tamamen batı mantığı içinde düşünerek kurmuştu. Halkın çıkarlarını koruyacak bir parti kurmak. Ama bizde sanayi olmadığından halk işçi değildi. Bizde zengin olan da yabancıyla işbirliği yapar. Bu nedenle kurulacak partideki halk kavramı (sanayi olmadığı için sola yakın değil) halkın tamamına yakınını kapsamaktaydı. Mustafa Kemal halk Fırkasını kurmadan önce Anadolu’yu şehir şehir dolaşıp, kalabalık halkla bunları tartışıyordu. Maksat halktan başlayan bir hareketle Halk Fırkası kurabilmekti ve kesinlikle solda ve halkın çıkarlarını savunan bir parti olmalıydı. Halkın çıkarlarını iki manada savunan, hem memleketin içinde halkı soymaya kalkanlara karşı, hem de memleketin dışarıda ülkeyi soymaya kalkışanlara karşı savunuyor. Ama böyle olmadı!

1935’den sonra Halk Fırkası Recep Peker’in yaptığı tüzükle faşist bir parti haline dönüşür. Bu tüzük uygulamaya konur ve İsmet İnönü’den sonra bu tüzük büsbütün devletin kuralı haline gelir ve bu şekilde bizdeki particilik çok yanlış bir mecraya girer. 1946’da çoklu partiye geçerken çok büyük bir yanlış yapıyoruz ve kurdurulan muhalefet partisi devlet partisi haline gelen partinin aynısıdır, sadece biraz daha liberal görünmektedir. Ana ve muhalefet partisi arasında hiçbir fark yoktur. Onun içindir ki bizim demokrasimizin sol ayağı olmadığından sürekli topallamaktadır. Sol ayağı daha başında kesilmiş bir Türk Demokrasisi vardır. Çünkü işçileri daha başında bu işlere sokmaya korkmuşlardır. Dünyanın her yerinde bu işleri işçiler ve köylüler yapar. Onun içindir ki hem işçileri bu işlere sokmak istemiyorlar, sokmak istemedikleri için de parti kurmalarına yasak getiriliyor, kurulan partilerde köylü ve işçilerin partisi olmuyor. Ve, kurulan partilerde batı normlarında, halkın çıkarları doğrultusunda bir parti olarak görülmüyor. Sınıf çıkarları üzerine partiler kurulmuyor.

NEDEN “O” PARTİYİ TUTUYORSUNUZ?

Çıkarları kim koruyor, kimin çıkarını koruyor? Biz hangi partiden neden oluyoruz?

“Biz öncelikle demokrasi nedir, hangi partiden neden oluyoruz”u anlamamız gerekiyor. Biz bir partiye oy veriyoruz ama bu liberal diye” değil, “sosyalist diye” değil. Bu “dini savunuyor”, bu “laikliği” savunuyor, bu “batıyı” savunuyor, bu “doğuyu” savunuyor diye veriyoruz. Bu analiz yalnız sömürgelerde olan bir “şey”dir. Bağımsız ülkelerde böyle bir seçim olmaz. Batı kültürünü savunanlara ilerici diyenler, sadece sömürgelerdekilerdir. Bağımsız bir ülkede batı kültürüne teslim olmak diye bir şey yoktur. Batı kültürü hümanizmi alır, rasyonalizmi alır. Bunlar metotlardır, düşüncelerdir, batı kültürü değildir. Sen kendi kültüründen onu üreteceksin. Sen bunu yapmıyorsun, onların dediklerini aynen uygulamaya kalkıyorsun, öbür tarafta buna tepki gösteriyor. Benim ülkemin kendi kültürü olmalı diyor, o kültürü yapmaya gayret edemiyor o da dinine sığınıyor. Sende ona irticacısın diyorsun. Burada çok yanlış bir oyun oynanıyor. Bu Tanzimat’tan önceki oyundu. Tanzimat’tan önce de bizi bu oyuna sokmuşlardı. Sonuç mu? Sevr! (A. İlhan)

NEDEN DESTEK OLMALIYIZ?

Bundan kurtulmanın tek yolu, aklımızı başımıza devşirip, ekonomi-politiğe dayalı, yani memleketin çıkarlarına dayanan iktisadi manada olayı anlayıp, partilerimizi ona göre kurmak, ona göre seçmektir. Partileri  “bizim olan (kamu) kaynakları iyi yönetip, bizleri refah, sulh ve selamet içinde, muasır medeniyet ölçülerinde ve yaşamsal değerlerimizi özgürce yaşayabilmek için uygun ortam hazırlaması için” destek vermeli ve tercih etmeliyiz.

YENGE HANGİ TAKIMDA FUTBOL OYNUYOR? (fıkra)

Amerika’da bir süpermarkette, müşteri yarım kivi satın almak istiyor. Tezgâhtar ise, bunun mümkün olmadığını söylüyor. Aralarında kavga başlıyor. Tezgâhtar koşa koşa müdüre çıkıyor:

“Efendim, hayvanın biri yarım kivi almak istiyor.” der demez, şöyle bir arkasına dönünce ne görsün!

Müşteri arkasından gelmiş, ensesinde duruyor!

Tezgâhtar hemen müşteriyi işaret ederek; “Bu beyefendi de diğer yarısını almak istiyor, efendim…” diyor.

Müdür durumu anlıyor, adama yarım kiviyi mecburen verip gönderiyorlar.

Müdür bir saat sonra tezgâhtarı çağırtıyor:

– “Tebrik ederim, çok zeki davrandın, iyi idare ettin. Nerelisin sen?

– “Brezilyalıyım efendim…”

– “Amerika’ya niye geldin?”

– “Brezilya cazip bir yer değil efendim, orada insanlar ya fahişe, ya da futbolcu olur”

Müdür şaşırmış;

– “Biliyor musun, benim karım da Brezilyalı ”

– “Yaaa öyle mi, yenge hangi takımda futbol oynuyor?”

Metin ÇINAR

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar